Öz
Volapük (1879) ve Esperanto (1887) başta olmak üzere ortak ve evrensel bir
dil oluşturmak amacıyla ortaya çıkan yapma dil girişimleri 19. yüzyılın son
çeyreğinde ve 20. yüzyılın başında dünya basınında geniş yankı bulmuştur.
Osmanlı matbuatında da bu popüler konuya duyarsız kalınmamış; konuyla
ilgili makale ve kitaplar hazırlanmış; Volapük ve Esperanto’ya dair kitaplar
tüm dünyada rağbet gördükleri yıllarda Osmanlı Türkçesine aktarılmıştır. Bu
makalenin amacı yapma dillerle ilgili Osmanlı matbuatında yer alan -çoğu
günümüz Türkçesine aktarılmamış- çalışmaları tanıtmak ve Osmanlı aydınının
“lisân-ı umûmî” olarak nitelendirdiği bu dillere yaklaşımını tespit etmektir. Bu
amaç doğrultusunda Osmanlı matbuatında yapma dillerle ilgili 1893-1917 yılları
arasında çıkan altı kitap ve Servet-i Fünun dergisindeki beş makale üzerinde
durulmuştur. Eserler incelendiğinde Osmanlı aydınının, teknolojik gelişmelerle
giderek küçülen dünyada dil bilmeme probleminin açtığı sorunlara çözüm
getiren, kısa zamanda kolayca öğrenildiği iddia edilen, herhangi bir millete ait
olmayan, barışın anahtarı diye lanse edilen, “tarafsız” olarak nitelenen yapma
dillere sıcak baktığı görülmektedir.
Anahtar kelimeler: Yapma Dil, Esperanto, Volapük, Osmanlı Matbuatı, Servet-i
Fünun dergisi
“İcat edilmiş dillerin tarihi, çoğunlukla bir başarısızlık tarihidir.”
Arika Okrent, In the Land of Invented Languages: Esperanto Rock Stars, Klingon Poets,
Loglan Lovers, and the Mad Dreamers Who Tried to Build a Perfect Language (2009)
Sanayi Devrimi ve her geçen gün bir yenisi eklenen teknolojik gelişmeler (buhar makineleri,
telgraf, telefon vb.) milletlerin birbiriyle olan ticari, ekonomik, sosyal ve kültürel ilişkilerini
daha da artırmış; mesafelerin kısalması evrensel iletişimi başlatmıştır. Evrensel iletişimin
önündeki en büyük engelse Babil Kulesi efsanesi ile sembolleşen “dil çeşitliliği”dir. Matbaa,
bir dönem Hıristiyan Avrupa topluluklarının lingua francası (geçerli dil) olmuş, zor öğrenilen,
gündelik hayatta kullanılmayan ve seçkin dil olarak bilinen Latincenin başatlığına son vermiş;
belli bölgelerde hâkim olan dil ve lehçenin ‘ulusal dil’ hâline gelmesini sağlamıştır.
17.yüzyıl
sonlarından itibaren diplomasi dili olarak kullanılan Fransızca, 19. yüzyılda milliyetçiliğin
de etkisiyle bu işlevini yitirmiştir. Bu sebeple on altıncı yüzyıldan itibaren muktedir olanın
yaygınlaşan dili yerine kusursuz (ideal) dili bulmaya çalışanlar, ticari ilişkilerde dil bilmeme
engelini ortadan kaldırmak isteyenler, barış ve huzur için insanlığı ortak bir dilde buluşturma
özlemi duyanlar, farklı dilleri konuşanlar arasındaki iletişim sorununa çözüm bulmak isteyenler
yapma dil projeleri geliştirmişlerdir. Bu girişimler, 19. yüzyılın son çeyreğinde ve 20. yüzyılın
başında yapma dilin (yapay dil/suni dil/planlı dil) uygulanabilirliği ya da teknik detayları
üzerinden yürütülen tartışmalarla gündemde olmuştur. Yapma diller “uluslararası yardımcı
dil” olarak nitelendirilmiş, bu dillere “kurtarıcı” vasfı yüklendiği için pek çok taraftarca
desteklenmiştir.
Bu makalede yapma dillerle ilgili Osmanlı matbuatında 1893-1917 yılları arasında yayımlanan
altı kitap ve beş makale üzerinde durulmuştur. Bahsi geçen kitap ve makalelerin büyük bir
çoğunluğu günümüz Türkçesine aktarılmamıştır. Bu çalışmanın amacı yapma dillerin içeriğini
ve tarihçesini sunmak değildir. Dünya genelinde tartışılan yapma dillerin Osmanlı matbuatında
nasıl ele alındığını ortaya koymak, yapma diller hakkında yapılmış çalışmaları tanıtmak ve
Osmanlı aydınının “lisân-ı umûmî” olarak nitelendirdikleri bu dillere yaklaşımını tespit etmektir.
Osmanlı matbuatında yapma diller üzerine yazılan kitaplar ve çeviriler
Schleyer’in (1831-1912) üzerinde yirmi yıl çalıştıktan sonra insanlığa duyurduğu yapma
dili Volapük (1879) üzerine Osmanlı matbuatındaki ilk yayın Halil Kâmil Efendi tarafından
Volapük Yani Lisân-ı Umûmî ismiyle çıkarılmıştır. Volapük dilinden Osmanlı Türkçesine çevrilen
kitap 1304’te (1888/1889) A. Mavyan Şirket-i Mürettibiye Matbaası’nda basılmıştır. Kitabın ön
sözünde Halil Kâmil Efendi, 17. yüzyılda R. Descartes, G. W. Leibniz, Beşer ve J. Wilkins; 18.
yüzyılda Kalmar, Berjer, P. Courneille, Vater, De Marmiyo, Bode, Şamberi ve R.A.C. Sicard
ile Kopenhag İlim Encümeni’nin ve 19. yüzyılda Sinyal Dödemas, Para, Pek, Kablener, Piro,
Soder, Uşendu, Holmar, Komun, Labed, Letelir, Seteyiz ve Başmeer gibi isimlerin yapma dil
girişimlerinin olduğunu ancak bu dillerin pratikte birtakım sorunlar ve eksiklikler gösterdiğini
aktarmıştır.
Volapük’ün Avrupa’da ve diğer medeni milletlerde okutulmakta ve öğretilmekte
olduğu bilgisini eserin kapağında paylaşan yazar, mevcut ana dillerden birinin ortak dil olarak
kabul edilmemesini iki nedene bağlamıştır: “Birincisi var olan milletlerarası rekabet sebebidir.
Çünkü kendisini bugün uygarlık ve yükselme âleminde görmekte olan bir kavmin, bir başka
dili ortak yapma dil olarak kabule razı olması imkânsız olduğu gibi, diğer bir kavmin başka
bir lisanı tercih ve kabul etmesini de kıskanırlar. (…) İkinci engel ise mevcut dillerin eğitim ve
öğreniminde var olan telaffuz, imla, şekil bilgisi ve söz dizimi güçlükleridir. Bir Fransız için
Alman dilini öğrenmek iki üç seneye bağlı olduğu hâlde, memleketlerinin konumu, uzaklığı ve
asli dilleriyle tabiatleri vb.de göz önünde bulundurularak bir Osmanlı, bir İranlı, bir Çinli veya
bir Japon için Fransız, İngiliz, Alman vb. dillerinin ne kadar zamanda tahsil edilebileceğini
iyice düşünmek lazım gelir.
Halil Kâmil Efendi bu sözleriyle doğal dil yerine yapma bir
dilin ortak dil ihtiyacını karşılayacağının altını çizmiştir. Milliyetçilik ve uluslararası rekabet
sebebiyle mevcut doğal dillerden birinin ortak dil olamayacağını düşünen yazarın tarafsız
bir dil olarak gördüğü Volapük’ün başta ticaret olmak üzere uluslararası iletişimde tercih
edileceği ve yaygınlaşacağı yönündeki temennisi dünya yardımcı dili olmasını desteklediğini
göstermektedir. Yazarın altı dilden (Almanca, İngilizce, İspanyolca, Fransızca, İtalyanca ve
Rusça) faydalanılarak hazırlanan temeli İngilizceye dayanan Volapük’ü tarafsız olarak görmesi
onun dilin kaynağından ziyade bu dilin işlevi ve amacıyla ilgilendiğini göstermektedir.
Birkaç haftada öğrenildiği iddia edilen Esperanto üzerine hazırlanan kitaplardan biri A.
Fevzi’nin Esperantoca-Türkçe Kamus isimli eseridir. 1907’de basılan eserin ilk 17 sayfası
Esperanto’nun grameri hakkında bilgiler içermektedir, geri kalan kırk sayfasında ise sözlük
bulunmaktadır.
Paris’te basılan kitabın iç kapağında Ahmet İhsan ve Şürekâsı Matbaası’nın ismi geçmektedir. Lisân-ı Umûmî: Esperanto, Zamenhof’un 1910’da Fundamento De Esperanto
isimli eserinin Fransızca-Türkçe baskısıdır. Ajdina Regno tarafından hazırlanan eserde Esperanto dilindeki sözcükler “Evrensel Sözcükler” başlığı altında A’dan Z’ye Esperantoca-Fransızca-
Türkçe olmak üzere üç sütun hâlinde listelenmiştir. Seksen sayfalık bu eserin ön sözünde bu sözlük yardımıyla Esperanto dilinde yazılan her şeyin anlaşılabildiği, bir fikir bildiren
sözcüklerin birlikte yazıldığı, birinin diğerinden birer küçük işaretle ayrıldığı örnek verilerek
izah edilmiştir. Th. Cart ile Ajdina Regno tarafından hazırlanan Esperanto’nun Dürûs-ı
Evveliyesi ismiyle Paris’te basılan bir başka kitap da Esperanto’nun ilk derslerinin Osmanlı
Türkçesine tercümesidir. Fransızca-Türkçe yazılan bu kitabın ilk kırk sayfasında Esperanto’nun
grameri hakkında bilgiler; geri kalan yirmi dört sayfada ise sözlük yer almaktadır. Ders kitabı
niteliğini taşıyan bu üç kitapta Esperanto’nun kolay bir dil olduğunu ispatlamak ve Osmanlıda
Esperanto’nun öğrenilmesine katkı sunmak amaçlanmıştır. Nitekim Osmanlı piyasasında (1870-
1920) lingua franca olan Fransızcayı ticari işlemlerde kullanmak yabancı tüccarların dikkat
etmesi gereken hususlardan biriyken Fransızca dışında Türkçe ve Rumca bilmek de fayda
sağlamıştır.11 Osmanlıda ticareti büyük ölçüde olumsuz etkileyen dil bilmeme sıkıntısından
dolayı Osmanlı ile ticari ilişkileri olan milletler Esperanto’nun Osmanlıda öğretilmesini
desteklemişlerdir. Bu destek Hariciye Nezareti’ne Dresden şehrinden gönderilen Julius Reumann
tarafından yazılan 30.08.1911 tarihli “Esperanto lisanının bütün mekteplerde mecburi tedrisinin
yaptırılmasının Almanya ve diğer bütün devletleri hoşnut edeceği” konusunu ele alan
mektupta da dile getirilmiştir. Nitekim kısa bir zaman sonra H. 12.02.1339’da “Dersaadet
Esperanto Cemiyeti hakkında” konulu arşiv belgesinden de anlaşılacağı üzere İstanbul’da
1923’te “Dersaadet Esperanto Cemiyeti” ismiyle bir dernek kurulmuştur. 18.11.1925 tarihli
“Esperanto lisanının Türkiye’de tedrisinde bir mahzur olmadığı” konulu arşiv belgesi de
Esperanto öğretimine 1925’te izin verildiğini göstermektedir.
Aynı yıllarda Hüseyin Tevfik bin İsmail Zühdü sayı ve işaretler yoluyla farklı dillerle yazılı
iletişim kurabilmeyi hedefleyen kitabıyla ortak dil arayışına farklı bir bakış açısı getirmiştir.
(İştirak Beyânı Musavver) Şifre-i Umumî Târîfâtı isimli risale İstanbul’da 1326 (1910)
yılında Ahmet İhsan ve Şürekâsı Matbaacılık Osmanlı Şirketi’nde basılmıştır. Hüseyin Tevfik,
eserinde tüm diller için sayılar ve işaretlerden oluşan, uygulanabilir ortak şifreler (kodlar)
oluşturulduğunda kendi ana dilinden başka dil bilmeyen çeşitli milletten fertlerin birbiriyle
görüşebileceğini; bu kodlama sistemiyle farklı milletlerin birbiriyle konuşmasını değil şifrelerle
yazarak anlaşabileceğini iddia etmiştir. 17. yüzyılın ortalarındaki evrensel dillerin bir kısmı ile
Hüseyin Tevfik’in düşüncelerinin paralel olduğu görülmektedir çünkü bu diller de matematiksel-
kombinatoryal ilkelere ve kriptolojiye dayanmaktadır. Örneğin A. Kircher’in Polygraphia’sı (1663) sayıları esas alan, sözel kullanımı öngörülmeyen yazılı bir dil ya da uluslararası bir
alfabe projesi olarak sunulmuştur. Sayıları temel alan yapma bir ticaret dili daha vardır: “Bir
ülkeden diğerine ileti yollamak için kullanılan ticaret kodundan esinlenerek yaratılan bu dilde,
her düşünceyi bir sayı simgeler ve her dil için o sayı aynı düşünceyi temsil eder. Örneğin
ben (126) Almanca (2176) konuşuyorum (3489) tümcesi 126-2176-3489 olarak belirtilir.”
Zıllıoğlu’nun aktardığı bu bilgiden anlaşıldığı üzere 20. yüzyılın başında bir Osmanlı aydınının
sayıların evrenselliğinden yararlanarak yazılı iletişim kurabilmeyi hedeflediği şifreli dil
hayali, başka zamanda ve coğrafyada ticari ilişkilerde denenmiştir. İçinde yaşadığı kozmopolit
toplum için bir sorun teşkil eden dil bilmeme sıkıntısını kendi geliştirdiği şifreleme sistemiyle
çözmeye çalışan, bu sistemin dil bilmeden iletişimi sağlayacağını sıklıkla vurgulayan, yabancı
dil öğrenmenin güçlüklerine dikkati çeken Hüseyin Tevfik, evrensel iletişim hayalini kurmuş
olsa da eseri üzerine herhangi bir atıf yahut çalışma olmaması eserinin devrinde ve sonrasında
ses getirmediğini göstermektedir.
Esperanto üzerine yazılmış bir diğer kitap yazarı belli olmayan, İstanbul’da 1328’de (1912)
Esperanto-Bir Lisân-ı Beynelmilel’in Fâidesi ismiyle Ahmet İhsan ve Şürekâsı Matbaası’nda
basılan kitaptır. Eserin sahibi kuvvetle muhtemel bir Esperantist olan Ahmet İhsan (Tokgöz)’dür
(1867-1942). Eser “Bir Lisân-ı Beynelmilel’in Fâidesi, Lisân-ı Beynelmilel’in İntihâbı,
Esperanto’nun Fâikiyeti, Esperanto’nun İntişârı, Devamlı Terakkiyâtı, Esperantist Cemiyetleri
ve Gazeteleri, İstikbal İçin Hatt-ı Hareket, 1909’da Vuku Bulan Barselona Kongresinden Beri
Esperanto’nun Yeni Terakkiyâtı, Eâzım-ı Milel’in Esperanto Hakkında Efkârı, İhtâr-ı Mahsus”
başlıklı bölümlerden oluşmaktadır ve otuz iki sayfadır. “İhtâr-ı Mahsus” başlığı altında yazar Türkiye Esperantistlerinin, Esperantoyu bilen, kullanan veya bu dilin taraftarlarının isimlerini
içeren bir liste hazırlayacaklarını belirtmiştir. Bu sebeple okurlarından isimlerini, mesleklerini
ve Osmanlıcadan başka bir dil bilip bilmediklerini de ekleyerek ilgili adrese bildirmelerini
istemiş, bu anketle bir çeşit istatistiğe dayalı çalışma yapacaklarını duyurmuştur. Yazar,
eserin sonunda “Kazmalar” başlıklı bir kıssayı paylaşmış ve kıssadan hisse “yol alan kazanır”
görüşüyle Esperantistlerin tartışmalarının yersiz ve vakit kaybı bulduğunu ifade etmiştir:
“Esperantistler, Sevgili Arkadaşlarım lafazanlıkla münakaşatla vaktimizi zâyi etmeyelim,
Yaşasın Zamenhof’un Esperanto’su”. Yazar, daha sonra “Kazmalar” isimli kıssanın Esperanto
diline tercümesini aktarmıştır. Kitabın isminden de anlaşılacağı üzere eser Esperanto’nun
faydalarının anlatılması, bu yolla Esperantistlerin sayısının artması, bu dilin Osmanlıda da
yaygınlaştırılması amacıyla kaleme alınmıştır.
Osmanlı matbuatında yapma diller üzerine yazılan makaleler
Servet-i Fünun dergisi’nde 1893, 1900, 1901, 1905, 1917 yıllarında çıkan beş makalede
yapma dil girişimlerinden Mavi Lisan, Volapük, Esperanto tanıtılmış, bu dillerin zorunlu
ihtiyaçlardan doğduğu, gelecek vadeden dünya dili olacakları ifade edilmiş; bu dillerin gelişimini
ve yaygınlaşmasını destekleyen görüşlerde bulunulmuştur
27 Mayıs 1309 (9 Haziran 1893) tarihli “Lisân-ı Umûmî Ne Hâlde” başlıklı makale Kadri
imzası ile çıkmıştır. Makalede evrensel ortak dil ihtiyacından bahsedilmiş; Volapük hakkında
kısa bilgiler verilmiştir. Volapük’ün başta Avrupa olmak üzere epey rağbet gördüğü, bu dilin
desteklenmesini ve yayılmasını sağlamak için heyetler kurulduğu belirtilmiştir. Volapük’ü
destekleyen heyetin kapatılması Volapük’ten ümit kesilmesine yol açmış; kısa bir süre sonra
yeni bir heyet kurulmuştur. Makalede birkaç sene zarfında Volapük’ün unutulmaya yüz tutmaya
başlaması üzerinde durulmuş; Volapük için kurulan bir başka heyetin başkanının konuşması
nakledilmiştir. Yeniden kurulan heyetin başkanı Volapük’ün sanılanın aksine ümitsiz bir hâlde
olmadığını, bu dilde çıkarılan gazetenin yakın bir zamanda yeniden basılacağını, Volapük’ün
gittikçe düzeltilerek sade ve kuralları açık, istisnasız bir dil olmasına çalıştıklarını duyurmuştur.
Nitekim bu dile yöneltilen eleştirilerin başında karmaşık bir yapıya sahip oluşu gelmektedir.
Makale yazarı yorum yapmaktan ziyade Volapük ile ilgili gelişmeleri nakletmiştir.
20 Temmuz 1316 (2 Ağustos 1900) tarihli “Lisân-ı Umûmî: Mavi Lisan” başlıklı imzasız
makalede günümüzde pek bilinmeyen bir yapma dil girişiminden bahsedilmiş; Avrupa postasıyla gazeteye gelen evrak ve risaleler arasından çıkan Mösyö Leon Bolak’ın (Léon Bollack)
“Mavi Lisan” (1899) isimli küçük kitabı tanıtılmıştır. Makalenin yazarı ticari, siyasi ve
ilmî ilişkilerin yayılması adına ortak bir dilin günden güne şiddetlenen bir ihtiyaç olduğunu
belirterek Fransızcanın ortak bir dil olması için gerekli özelliklere sahip olmadığının uzun uzun
incelemeye hacet kalmadan anlaşıldığını aktarmıştır. Yazara göre de Fransızca olsa olsa bir medeniyet dilidir, medeni dünyanın âdeta tercümanıdır. Yazar öğrenmek için senelerce zamana
ve uğraşa ihtiyaç olan dillerin hiçbirinin ortak dil olamayacağının altını çizmiştir. Ortak dilde
aranacak şartları mümkün mertebe az kaydı ve kuralının olması, kolayca öğrenilebilmesi ve
kolayca yazılabilmesi şeklinde sıralayan yazar, pek çoklarının icadının imkânsız olduğunu
düşünseler de ortak dili oluşturmak için girişimde bulunulan yirmiden fazla yapma dilden
birinin günün birinde ortak dil olacağını ifade etmiştir. Yazar bu ortak dil denemelerinin bazı
eksiklerinden dolayı amacına ulaşamadığını, ancak bunun ortak bir dilin icadının imkânsızlığı
iddiasına ulaşmak için yeterli olmadığını da eklemiştir. Yazar, Mösyö Bolak’ın icat ettiği dilin
ortak dil için aranan şartları taşıdığını ve bu sebeple uluslararası ticari, siyasi vb. ilişkilerde
kullanılmasından iyi sonuçlar alınacağını iddia ettiğini, Mavi Lisan’ın usulünün oldukça sade
olduğunu belirtmiştir. Mösyö Leon Bolak’a göre kendisinin mucidi olduğu dil, ortak dil için
gerekli olan üç özelliğe sahiptir: 19 harften oluşan bir alfabe, belirli ve sınırlı anlamları olan
sözcüklerden ibaret bir söz varlığı ve sade bir söz yapımı (sözcük tanzimi). Mösyö Bolak’ın
icat ettiği dille ilgili iddialarını özetleyen yazar makalesinin sonuç bölümünde az uğraşla çok
ve çabuk öğrenme kuralının esas alınarak hazırlanan Mavi Lisan’ın sahibinin hedeflediği amaca
ulaşıp ulaşamayacağının zamanla anlaşılacağını dile getirmiştir. Zaten Mösyö Bolak’ın da
eserinin eksiksiz olmadığını itiraf ettiğini söyleyen yazar, 20. yüzyılın uluslararası, tarafsız ve
kolay öğrenilecek bir ortak dili olacaksa Mavi Lisan’ın bu arzuya ulaşacak bir dilin başlangıcını
teşkil edeceğini, bu amaca uygun dili icat edecek kişiye ilham olacağını düşünmektedir.
Özetle bu imzasız makalenin yazarının uluslararası mecrada kullanılabilecek bir ortak dil
ihtiyacının olduğuna inandığını, uluslararası, tarafsız ve kolay öğrenilecek bir ortak dilin
icadı konusunda ümitli olduğunu söylemek mümkündür. Bu yazıda bahsi geçen yapma dilin
mucidi Léon Bollack (1859-1925), Esperantonun mucidi Zamenhof (1859-1917) ile aynı yılda
doğan Fransız bir tüccardır. Tischer (2008), Mavi Lisan’ın kısaltılmış gramerini Abridged
Grammar Of The Blue Language -Bolak- International Practical Language English Version
ismiyle İngilizceye aktarmış; eserinin başında, Bollack’ın Aralık Paris 1900’de yayımlanan
eserinin ön sözünü paylaşmıştır. Ön sözde Bollack, daha iyi bir gelecek isteyen milletlerin
evrensel umutlarının içgüdüsel olarak göğe doğru yükseldiğini, eserine tam da bu sebeple
gökyüzünün renginin ismini verdiğini, Mavi Lisan’ın idealinin tüm insanlara ortak özlemlerini
tek bir şekilde ifade etme olanağını vermek olduğunu aktarmıştır. Bollack’ın tarafsız bir dil
benimsenirse, evrensel kapsamlı iyi anlayışın yakında elde edileceğini düşündüğünü bunun
barışın temininde rolü olduğunu, Mavi Lisan’ın kaderi ne olursa olsun, bu kitapta ortaya
konan fikirlerin en azından birkaçının, 20. yüzyılın kaçınılmaz olarak ortaya çıkaracağı
gelecekteki uluslararası dilde kullanılabileceğine kesinlikle inandığını, barışçıl bir amacı olduğunu aktarmıştır. “Lisân-ı Umûmî: Mavi Lisan” isimli makaleyi değerli kılan, makalenin
bugün ismi çok bilinmeyen ve yapma dillerle ilgili Türkçe yayınlarda bahsi geçmeyen Mavi
Lisan’ı tanıtması ve değerlendirmesidir.
28 Nisan 1317 (11 Mayıs 1901) tarihli Musahâbe-i İlmiyye yazılarından “Esperanto”
başlıklı Hasan Hamid imzalı makalede Henri de Parville’in (1838-1909) Esperanto ile ilgili
yazılarından bilgiler aktarılmıştır. Bazı kaynaklarda bu makalenin yazarı sehven Hüseyin
Cahit olarak gösterilmiştir. Makale yazarı Hasan Hamid (1880-1970), uluslararası iletişim
için mevcut dillerden birinin bu görevi yerine getirmesi ya da yapay bir dilin oluşturulması
yönünde iki görüş olduğunu, bu iki görüşün her sene hatta altı ayda bir ortaya atıldığını ifade
ederek makalesine giriş yapmıştır. Mevcut dillerden Fransızcanın diplomat ve bilginler arasında
konuşulmaktan ileri gidemediğini belirten yazar evrensel dil (lisân-ı umûmî) tabirinin anadili
terk ederek kabul edilecek yeni bir dilin konuşulması anlamına gelmediğini, tek bir evrensel
dilin (lisân-ı yegâne-i umûmî) geçerli olmadığını dile getirmiştir. Nitekim yazara göre teklif
edilen evrensel dillerden biri olan Volapük kısa zamanda kendisinden beklenilen talebe cevap
veremeyip unutulmuş; ortaya çıkışındaki ümidi pratikte karşılamadığı yönünden eleştirilmiştir.
Volapük ile ilgili Osmanlıdaki ilk ve son yayının Halil Kâmil’in çevirisi olduğunu dipnot düşen
yazar Esperanto’nun Volapük gibi Fransa’da az bir zamanda öğrenildiğinin ilan edildiğini,
meşhur Fransız bilginlerince kabul gördüğünü; Max Müller, Ernest Naville, Tolstoy gibi
yazarlarca tasdik edildiğini, bu dilin kuralları hakkında bilgisi olmadığını, Henri de Parville’in
makalesini tercüme ederek bilgi sahibi olduğunu belirtmiş ve onun makalesinden alıntılar
yaparak Esperanto’yu tanıtmıştır. Tolstoy’un “Esperanto kolay öğrenilen bir dildir. Altı sene
evvel tedarik ettiğim bir dilbilgisi ve sözlük ile bu dilde yazılmış birkaç makale sayesinde iki
saatlik bir gayretle yazmaya değilse de okumaya alıştım” sözü nakledilmiştir. Yazar Parville’in
makalesinden hareketle kolaylıkla öğrenilen bu dilin yakın zamanda herkesçe öğrenileceğine,
ileride de bu dilde yazılmış makaleler, eserler okunacağına dair öngörüsünü dile getirmiştir.
13 Ekim 1321 (26 Ekim 1905) tarihli “Esperanto Lisanı” başlıklı imzasız makalede yazar
ticari ilişkileri kolaylaştırmak için dünyanın her yerinde anlaşılması mümkün olacak dil yapmak
arzusunun eski bir istek olduğunu, Ortaçağ’da Latincenin bu arzuyu bir dereceye kadar yerine
getirdiğini ifade etmiştir. Daha sonra iki yüzyıl Latincenin yerini Fransızcanın aldığını söyleyen
yazar 17. yüzyıl düşünürlerinin seçkin dili hâline geldiğini belirtmiştir. 1783 tarihinde Berlin
Akademisinde yarışma konusu olarak Fransızcanın neden ortak dil rengini aldığı, bu imtiyaza
neden layık olduğu, bu hâlinin devam edip etmeyeceği konusu seçilmiş, yarışmayı Antoine
de Rivanol (1753-1801) kazanmıştır. Ancak makale yazarına göre Rivanol, Fransızcayı öven makalesi ile kazansa da Fransızca bir iki yüzyıl önceye nispetle 19. yüzyılda ortak dil işlevini
icra edememektedir. Yazar dünyada yüzlerce dil konuşulduğunu, bunlardan bazılarının konuşur
sayısının birkaç bin kişiden ibaret olduğunu, Çince konuşanların dört yüz, Hintçe konuşanların
yüz elli milyon kişi olduğunun tahmin edildiğini, Avrupa dilleri içinde en çok İngilizcenin (yüz
yirmi beş milyon kişi) konuşulduğunu belirtmiştir. Yazar bunun nedenini İngilizlerin her yere
yayılma kabiliyetine, nerede boş ada varsa ya da ticari tesise ihtiyaç varsa orada mutlaka bir
İngiliz’e tesadüf olunmasına bağlamıştır. Yazar, Rusçanın yüz, Almancanın yetmiş, İspanyolcanın
altmış milyon kişi tarafından konuşulduğunu; Fransızcanın ise önceden Rusçadan sonra ikinci
sırada yer aldığını ancak zamanla beşinci sıraya gerilediğini ifade etmiştir. Fransızlar, kırk beş
milyon konuşur sayısı olan Fransızcanın sömürgelerle yüz milyonu aşacağını ümit etmektedirler.
Yazara göre bilimsel gelişmeler ve teknolojik icatlarla (buhar, telgraf, telefon gibi) dünya artık
eskisinden daha küçük bir yerdir, mesafeler kısalmıştır. Bacon, Descartes, Leibniz gibi meşhur
filozoflar da farklı milletlerin birbiriyle kolayca anlaşabilmelerinin yollarını aramışlardır.
Yazar daha sonra yapay dil girişimlerinden bahsetmiştir. Volapük için Dr. Schleyer’in yirmi
yıl uğraştığını, bu dilin Almanya’da ve Orta Avrupa’da merak ve hevesle karşılandığını ancak
Fransızların bu yapay dile istihza ile yaklaştıklarını, bu istihza tufanında Volapük dilinin
boğulduğunu ve unutulduğunu ifade eden yazar bu dili karışık, garip fakat ahenkli bir dil olarak
nitelemiştir. Dr. Zamenhof’un “Doktor ve Esperanto” ismiyle yayınladığı ve sonra “Esperanto
(umut eden)” olarak anılan yapay dilin ortak bir yapay dile dair ümitlerin tükendiği bir anda
çıktığını aktarmıştır. Yazar daha sonra Esperanto hakkında ayrıntılı bilgiler vermiştir. Bu dilin
sade bir dil olduğunu, Rusya’da, Avusturya’da, Almanya’da, Fransa’da birçok taraftar bulduğunu,
Dr. Zamenhof’un kitabının on sekiz dile çevrildiğini aktarmıştır. Yine Latin yazarların meşhur
eserlerinin Esperanto’ya çevrildiğini, Fransa’da 1898’de Esperanto’nun gelişmesi ve yayılması
amacıyla bir heyet kurulduğunu, hâli hazırda on bin kişinin bu dili öğrendiğini ifade etmiştir.
Yazar San Luis’de açılan sergide Paris Esperanto heyeti üyelerinin Esperanto dilinde basılmış
iki yüz elli eserle üç bin kartpostal ve çeşitli ülkelerde basılan yirmi gazeteyi sergiledikleri
için düzenlenen yarışmada gümüş madalya kazandıklarını; Paris Esperanto heyeti üyelerinden
Mösyö Varl’ın Esperanto diliyle yazılmış ve yalnız bu dili bilenlerin namına gönderilmiş bir
mektuba devr-i âlem seyahati yaptırmanın mümkün olup olmadığını denemek için 20 Nisan
1903’te Paris’ten mektup gönderdiğini aktarmıştır. Yazar Esperanto’nun dil bilmeyenlerin
imdadına yetiştiğini, kolayca öğrenildiğini pek çok anekdotla ifade etme yoluna gitmiş, bu dili
desteklediğini övgüleriyle dile getirmiştir.
31 Mayıs 1333 (31 Mayıs 1917) tarihli “Doktor Zamenhof’un Vefatı- Lisân-ı Umûmî:
Esperanto’nun Hâl ve İstikbâli” başlıklı imzasız makale, Esperanto’nun mucidi Doktor
Zamenhof’un vefatı üzerine yazılmıştır. Makalede Doktor Zamenhof’un biyografik bilgilerine,
Esperanto’nun genel durumu ve geleceği hakkında değerlendirmelere yer verilmiştir. Yazar, 15 Nisan 1917’de, Varşova’da vefat eden Doktor Zamenhof’a atfedilen “sivri akıllı” lakabının
onu kıymetten düşüren bir hitap olduğunu, her ne kadar Esperanto ile amacına ulaşamamış,
yaygınlaştırmak istediği ortak dili mükemmel surette düzenleyememiş olsa da gayesi,
hedefi ve emeli yönünden Zamenhof’un takdir edilmesi gerektiğini düşünmektedir. Ömrünü
uluslararası evrensel bir dilin inşasına adayan bu kişiyi takdir etmekten başka bir şey
yapılmayacağını söyleyen yazar, makalenin giriş bölümünde Esperanto ile hayata geçireceği
emelinin daha iyi anlaşılması adına Zamenhof’un hayatı ve eğitimi hakkında bilgiler vermiştir.
Nitekim çok dilli bir ortamda büyüyen Zamenhof’un yetişme ortamı, neden böyle bir dil
tasavvuruna girdiğinin anlaşılmasına yardımcı olmaktadır. Zamenhof’un Esperanto’dan
önce eski dillerden birini canlandırarak evrensel dile ulaşmayı düşündüğünü, daha sonra
mevcut dillerden evrensel dil oluşturmaya çalıştığını ancak zamanla tarafsız yeni bir dilin
bu işin maksadına daha uygun olacağını anladığını ifade etmiştir. Yazar, 1887’de “Doktor
Esperanto” ismiyle bir kitap yayımlayan Zamenhof’un bu yeni dilinin günden güne dünyanın
her tarafına yayıldığını, her yerde bilinmeye başladığını aktarmıştır. Volapük’e de değinen
yazar, Volapük’ün tertip ve teminine çalışan heyetin dağıldığını, yerine Esperanto Cemiyeti’nin
kurulduğunu, 1891’de Upsala’da (İsveç), daha sonra Petersburg’da, Sibirya Odesa’da,
1897’de Danimarka’da ve Fransa’da, Brüksel’de, Stockholm’de başka derneklerin de aynı
amaçla kurulduğunu, 1900’de Paris’te Esperanto taraftarlarının toplandığını, bu hareketin
Amerika’ya da sirayet ettiğini aktarmıştır. Yazar Esperanto’nun gelişimi ve yayılması için
kısa zamanda dünyanın her tarafında dernek ve heyetler kurulduğunu, bunların sayısının altı
bini geçtiğini, Esperanto konuşanların sayısının ise yüz bine ulaştığını söylemiştir. Esperanto
diliyle günlük ve haftalık gazeteler çıkarıldığını da eklemiştir. Esperanto’nun özellikle
uluslararası ticarette kısa sürede yayıldığını ve âdeta bir ticaret dili olma başarısını gösterdiğini
belirtmiştir. Zamenhof vefat etse de mucidi olduğu dilin hâlâ kalıcı ve canlı olduğunu,
Esperanto vasıtasıyla Doktor Zamenhof’un isminin de tüm dünyada bilindiğini, Esperanto
eğer gelecekte de kalıcı olursa isminin unutulmayacağını belirtmiştir. Yazar uygar toplumlar
arasında evrensel bir dile ihtiyaç olduğunu, farklı dilleri konuşan milletlerin tanışmamak,
anlaşmamak yüzünden zorluklar yaşandığını, bu zorlukların evrensel dille izole olunacağını
düşünmektedir. Yazar yapma bir dil icat etmenin bir millet icat etmek kadar mümkün
olmayacak bir emel olduğunu düşünenlerin de olduğunu aktarmıştır. Uluslararası ilişkilerde
özellikle ticarette ve iktisatta evrensel dilin çok büyük faydası olduğunun altını çizmiştir.
Özetle I. Dünya Savaşı’ndan sonra “Esperanto”nun büyük bir geleceği olacağını tahmin ve
takdir edenlerin olduğunu, bunların tahminlerini savaştan sonra uluslararası ilişkilerin daha
insani ve medeni bir şekil alacağını düşünenler için doğru olduğunu paylaşmıştır. Makalenin
girişinden anlaşıldığı üzere yazarın Zamenhof’un Esperanto ile amacına ulaşamadığını ve
bu dili mükemmel surette düzenleyemediğini belirtmesi, Zamenhof’a “sivri akıllı” lakabının
takıldığını aktarması 1917’de Esperanto’ya dair umutların azaldığını göstermektedir. Ancak
yazının geri kalanında yazar, ticarette kısa sürede tercih edilerek yaygınlaşan Esperanto’nun kalıcılığının gelecekte de kullanılmasıyla anlaşılacağını, uluslararası ilişkilerin düzelmesinde
bir barış gücü olabileceğini ifade etmiştir.
Esperanto’nun mucidinin öldüğü yıllarda (1917) millet ve dili merkeze alan, dolaylı
olarak Volapük ve Esperanto’yu eleştiren yazılar olduğu tespit edilmiştir. Bunlardan biri
Celal Nuri [İleri]’nin (1882?-1938) 1917’de yazılarını derlediği Türkçemiz adlı eserindeki
“Esperanto ve Türkçe” başlıklı yazısıdır. Yazıda daha çok Türkçe üzerinde durulsa da
yazarın Esperanto için sarf ettiği sözler oldukça eleştireldir: “Lakin lisan teşkil edilmez,
teşekkül eder. Bir günde vücut bulmaz, lisan asırların mahsul-ı sakitane-i gayr-i şuûrîsı bir
acîbe olduğundan Esperanto da, onun ağabeyi Volapük dili gibi kurumuş bir düşük çocuk
gibi tenemmüvden mahrum kalmıştır. Lisan gayr-i ma’kul bir şeydir. Ona, ancak bütün ve
ensal tasarruf edebilir. Lisâna yalnız asırlar söz geçirir. En büyük üdebâ, en bülent şuarâ bir
lisana, o da avân-ı teşekkülünde olmak üzere, ancak birkaç kelime idhâl edebilirler. Mal ve
mülke tasarruf gibi, lisâna tasarruf edilmez. Lisânın akıl ve mantık ile münasebeti az, hatta
pek azdır. Lisan, bir heyetin kabulü veya erbâb-ı iktidar ve ihtisasdan bir zâtın teklifi ile – bir
lâyıha-i kanuniyye gibi- kabul, redd, ta’dîl veya ıslah edilmez.” Celal Nuri bu sözleriyle
dile müdahale edilemeyeceğini, dilde yapaylığın uzun ömürlü olmayacağını vurgulamıştır.
Celal Nuri gibi yapma dilin ütopik bir düşünce olduğunu savunanlar bir dilin gelişmesi ve
sürerliliğini koruması için edebiyatının gelişmesi gerektiğini de düşünürler. Klasik eserlerin
bu dillere çevrilmesinden ziyade bu dillerin edebî eserler vermesi durumunda doğal diller
karşısında uzun ömürlü olabileceğini iddia etmişlerdir. Bir diğer yazıda İsmail Hâmi (1889-
1967) Edebiyyât-ı Umûmiyye Mecmûası’ndaki “Lisân ve Devlet” (1917) adlı makalesinde
Esperanto’yu sert bir şekilde eleştirmiştir: “Lisâniyat uleması sun’î lisan olamayacağını ve
hiçbir dilin istenilen bir şekle ifrâğ edilemeyeceğini meydana koymuş, sonra “Esperanto”
acîbesinin bir forma tutmayan ve ancak bir kurşun kalem bitinceye kadar yazılan o gülünç
tarihi de bu eski iddiâya yeni bir misal olmuştu.” Celal Nuri ile İsmail Hâmi’nin yapma dillere
karşı tavırlarını Türkçeye bakış açıları etkilemiştir. Zira ikisi de yazılarında Esperanto’yu
örnek göstererek Türkçeye o yıllarda yapılan müdahaleleri eleştirmişlerdir. İsmail Hâmi,
Celal Nuri’nin Türkçemiz adlı eserindeki düşüncelerine de atıf yaparak “Tekrarı beyhude
olması icap eden bu müteârifeleri Celâl’e tekrir ettiren, son zamanlarda İstanbul lehçesine
biraz yabancı gelerek biraz da birkaç yerin mâverâsını ihtar eden ve şiveden ziyade üslûba
benzeyen tarz-ı tahrir oldu.” sözlerini sarf etmiştir. Dolayısıyla her iki yazar da dile
müdahalenin mümkün olmadığı kanısındadırlar. Bu iki yazı Esperanto’nun ilk günlerdeki
gibi popüler olmadığını, bu dilin yakın zamanda unutulacağını düşünenlerin de olduğunu
göstermek adına çalışmaya dâhil edilmiştir. Bununla birlikte yukarıda zikredilen arşiv
belgelerinden de anlaşıldığı üzere İstanbul’da 1923’te “Dersaadet Esperanto Cemiyeti”
isimli bir derneğin kurulması, Türkiye’de Esperanto öğretimine 1925’te izin verilmesi gibi tarihsel süreçler göz önüne alındığında Esperanto’nun evrensel iletişimdeki rolünü icadının
üzerinden otuz yıl geçmiş olmasına rağmen sürdürdüğü görülmektedir.
Sonuç
Volapük ve Esperanto’ya dair eserlerin popülerliğini koruduğu yıllarda Osmanlı Türkçesine
aktarılması, konuyla ilgili dilleri tanıtan ve değerlendiren makalelerin yazılması Batıcılık
anlayışı ve Osmanlı aydınının Batı’daki gelişmeleri takip etme tutumu ile açıklanabilir. Bu
bağlamda matbaada yaptığı yeniliklerle tanınan, Servet-i Fünun dergisi sahibi ve yazarı Ahmet
İhsan’ın hem matbaasında yapma dillerle ilgili kitapları basması hem de Servet-i Fünun
dergisinde çıkan çoğu imzasız olan fakat ona atfedilen makalelerinde yapma dilleri övgüyle
tanıtması dikkat çekicidir. Celal Nuri ve İsmail Hâmi’nin 1917’de kaleme aldıkları iki yazı
hariç tutulduğunda makalede merkeze alınan eserlerdeki ortak tutum ve değerlendirmelerden
şu sonuçlara ulaşılmıştır:
- Yazarların ortak düşüncesi; uluslararası ilişkilerin ticari, siyasi ve ilmî boyutlarda yayılması
adına ortak bir dilin günden güne şiddetlenen bir ihtiyaç olduğu yönündedir. - Dünya dillerinin çeşitliliğine, konuşur sayısına işaret eden yazarlar öğrenmesi, öğretilmesi
uzun uğraş ve zaman isteyen doğal dillerin hiçbirinin ortak dil olamayacağı konusunda
birleşmektedirler. Bunda dönemin atmosferinin, milliyetçiliğin ve uluslararası rekabetin etkisi
olduğunu da dile getirmişlerdir. Özellikle milliyetçiliğin ve sömürge politikalarının etkisiyle
yapma dillere pek çok eleştiri getiren Fransızların ana dillerinin eskisi gibi lingua franca
olarak kullanılacağını düşlediklerini ancak 19. yüzyıldan itibaren Fransızcanın diplomat
ve bilginler arasında konuşulmaktan ileri gidemediğini belirtmişlerdir. Doğal dillerin ortak
dil olarak makbul görülmemesindeki engellerden bir diğerinin mevcut dillerin öğretilmesi
ve öğrenilmesindeki güçlükler (telaffuz, imla, şekil bilgisi ve söz dizimi güçlükleri) olduğu
dile getirilmiştir. - Bir dilin ortak dil vasfına ulaşması için kurallarının ve yapısının basit olması, kolayca
öğrenilebilmesi ve kolayca yazılabilmesi gerektiğini düşünmektedirler. - Fransızların ana dillerinin birkaç yüzyıl önce olduğu gibi lingua franca olmasını düşlemelerinin
aksine bu çalışmada incelenen hiçbir eserde Türkçenin (Osmanlı Türkçesinin) lingua franca
olarak yaygınlaşması isteği yazarlarca dile getirilmemiştir. Ulus-dil bilincinin eserlerin
kaleme alındığı yıllarda henüz yerleşmemesi bunda en büyük etkendir. - Yapma dilleri üreten isimlerin amacı ve ideali; dil ve milliyet gibi milli kimliği oluşturan
unsurların ayrılıklara yol açmasını engelleyerek tüm insanlığa hizmet edecek ortak bir dil
oluşturmaktı. Osmanlı aydını da her ne kadar Volapük ve Esperanto Avrupa dilleri temel
alınarak hazırlanmış olsa da herhangi bir millete ait olmadıkları için bu yapma dilleri
“tarafsız” olarak nitelendirmiştir. - Bu çalışmada incelenen makaleler daha çok Esperanto ile ilgilidir. Bunun sebebi makalelerin yazılmalarıdır. Karmaşık bir grameri olduğu ileri sürülen Volapük kullanıldıkça daha karmaşık bir yapıya dönüşmüştür. Nitekim Esperanto’yu tanıtan ve savunan yazılarda da Volapük’ün karmaşık yapısı sebebiyle tutunamadığı görüşü hâkimdir. Bununla birlikte her yapma dil girişiminin bir sonrakine ışık tutması yönünden değerli olduğu da vurgulanmıştır.
- Esperanto’nun dünyanın birçok ülkesinde destekçisi olduğu, bu dili geliştirmek ve
yaygınlaştırmak adına heyetler kurulduğu, Osmanlıda da bu dilin destekçilerinin olduğu
ifade edilmiştir. Yazarlar doğal diller karşısında tutunamayan ve sayısı azımsanmayacak
kadar çok olan yapma dil girişimlerinden dolayı Esperanto’nun geleceğinden bahsederken
kısa zamanda terk edilen Volapük’ü örnek göstererek temkinli davranmışlar, bu dilin
geleceğini zamanın belirleyeceğini dile getirmişler, dilin tutunması yönünde ümitli
olduklarını hissettirmişlerdir. - Yapma dillere karşı doğal dilleri savunanların, bu dillerin ömrünün kısa süreceğini
düşünenlerin, yapma bir dil icat etmenin bir millet icat etmek kadar imkansız bir emel
olduğu için bu düşünceyi ütopik bulanların görüşlerine de eserlerde yer verilmiştir.
Makalenin alıntılandığı kaynak;
Yazar: Sevda Kaman, İstanbul üniversitesi yayınları Türkiyat mecmuası 32, 2 (2022): 717-736, DOI: 10.26650/iuturkiyat.1090009
Makalenin PDF linki; https://drive.google.com/file/d/1CtELas0V3YaDGDx3mlAQYq1yAGIK4WS6/view?fbclid=IwAR1NQulTMo3cKlRJNNUJPXhJ3jFn5w717y_zwwTL-4MA430v77uaMjCyCZ4